Manifesto
'Farkındalık insanı ümitsizliğe gömer.' der Nietzsche Elinizde bir çay bardağı var, elinize bakarsanız eliniz titrer çay dökülür. Ama önünüze bakıp çayı tutarsanız çayın dökülmesi pek mümkün olmaz. Esasında farkındalık dediğimiz mevcut yaptıklarımıza, düşündüklerimize kısaca kendimize, kendimiz değilmişiz gibi bakabilme yetisidir. Rahat bir yatağın bir bilinci yoktur örneğin. Onun üstüne insan uzanır, uyur dinlenir, insanı taşır o üzerine yatan ruhu taşır. Neden taşıdığına kafa patlatmaz. Yatak insan bedeni gibidir. Üzerinde taşıdığı şeyin anlamının, neyi taşıdığının bir önemi yoktur yatak için. Gerçek şudur ; yatağın taşıdığı şey ruhtur.
Şu ünlü soru: "mutsuz bir Sokrates olmak mi, mutlu bir koyun olmak mi?". Aslında bu soru başından beri hatalıdır. Çünkü koyuna mutluluğu biz atfediyoruz, kendi değil. Asıl mutluluğu koyunun kendisinin fark etmesi lazımdır. Eğer kendisi fark edemiyorsa "mutlu koyun" diye bir şey ancak "mutlu yatak" kadar anlamlıdır. ''Farkındalık'', günlük kullandığımız basit bir kelimeden öte anlamlar taşır. Farkındalık gerçeği, acı veren bir uyanışın başlangıcıdır. Bir virüstür. Her olaya bulaşır. Her soruyu sorar. Cevap veremezse sıkışır kalır. Farkındalığın amacı sadece uyanmak değil, doğru uyanmaktır.
Sanat farkındalığa uyanışın başlangıcıdır. İzleyiciyi farkındalığın ürkütücülüğü ile yüzleştirir. İzleyiciye farkındalığın bir lanet mi yoksa sistemin kaosunu ayıklayabilip mutlu olmanın temeli mi sorularını sordurup, çelişki yaratarak doğruya ulaştırmayı amaçlar. Varlığın sebebini sorgulamaya sevkeder. Maksada götürmeyen farkındalık acıdan başka ne verebilir ki? Farkındalık nereden gelip nereye gittiğimizi bilmek değil midir? Farkında olup da menzile varamayan mı daha huzurludur, yoksa farkında bile olmadan menzile varan mı?